Müze eğitimcisi, yazar, çizer ve yoga eğitmeni Hüsne Rhea Çiğdem “oğlak sohbetleri”nde :)
Türkiye’deki her şehirde en az bir müze kiti kurmak isteyen ve çocukları bu mekanlarda ağırlama hayalini küçük adımlarla da olsa gerçeğe dönüştüren Hüsne Rhea Çiğdem “oğlak sohbetleri”nde. Müzede Canavar Yokmuş kitabının yazarı Çiğdem, aynı zamanda müze eğitimcisi, çizer ve yoga eğitmeni. Çocuklardaki merakın kendisini beslediğini söyleyen Çiğdem sanat ile dünyanın çok daha anlayışlı ve barış dolu bir yer haline geldiğine inanıyor. Sizde bu güzel insanı daha fazla tanımak istiyorsanız sohbetimize dahil olabilirsiniz 🙂
Saadet: Hüsne hanım merhaba. Hoş geldiniz “oğlak sohbetleri”ne. Sizi tedx konuşmanızdan tanıdım ve sonrasında daha fazla merak ettim. Konuşmanızdaki samimiyet ve sıcaklık çok güzeldi. Ayrıca anneniz ve kardeşinizle olan diyaloglarınız da oldukça eğlenceliydi. Bu videodan sonra Müzede Canavar Yokmuş kitabınızı gördüm ve almak istedim. Kitaba geleceğim ama önce sizi biraz tanıyalım. Hüsne Rhea Çiğdem kimdir ve neler yapar?
Hüsne: Merhabalar! Öncelikle bu güzel davetiniz için çok teşekkür ederim. Bir müze eğitimcisi, yazar, çizer ve yoga eğitmeniyim. İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyorum. Bugünlerde zamanımın çok büyük bir kısmı Müze Kiti Projesi ile uğraşarak ve yoga dersleri vererek geçiyor.
Saadet: Çocuklarla ilgili işleriniz ve içinde olduğunuz çalışmalar keyifli görünüyor. Sizi çocuk dünyasına çeken şey neydi? Nasıl bir kararla rotanızı çocuklara çevirdiniz?
Hüsne: 2007 yılında, İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okurken, Robert Kolej Yaz Programı’nda 7-12 yaş çocuklar ile eğitmen olarak çalışmaya başlamam benim için bir dönüm noktasıdır. Akademisyen olma yolunda ilerlerken, dümenimi kırıp pedagojik formasyon almaya ve çocuklar ile sanat alanında çalışmaya karar verdim. 2017 yılının sonuna kadar, tam 10 yıl boyunca farklı platformlarda çocuklar ile çalıştım. Bugün ise daha çok eğitmen eğitimleri üzerine eğiliyorum.
Saadet: Müzede Canavar Yokmuş kitabınızda sanatı çocuklarla buluşturmak ve fazlasını niyetleyen bir yazar var karşımızda. Onlara umutlu olmayı, kendi yeteneklerini keşfetmelerini salık veriyorsunuz. Elbette daha farklı konular da var kitapta ama şimdilik bu kadarıyla bırakayım. Kitap fikri nasıl oluştu? Bu karara giden yolunuz müze ile ilgili çalışmalardan sonra mı oluştu?
Hüsne: İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde Eğitim Programları Yöneticisi olarak çalışırken (2013-2017 yılları arasında), bir arkadaşımın daveti ile Bali’ye gitmiştim. 2017’nin Nisan ayıydı. İçimde bir şeylerin değiştiğini, bir dönüşümün eşiğinde olduğumu hissettiğim bir dönemdi. Bali’de kaldığım 10 gün boyunca belirli bir mesafeden hayatıma bakma fırsatı buldum. İçimdeki dönüşüm hissi, İstanbul’a döndüğümde netleşmişti, müzedeki görevimden ayrılmak, bağımsız bir şekilde çalışmak istiyordum. Nitekim, tam bu dönemde, Bali’den döner dönmez Çınar Yayınevi benimle iletişime geçti. Çocuk edebiyatında sanat alanında özgün yapıtlarımız olmadığından yakınarak, çocuklar için müzeleri ele alan bir kitap yazıp yazamayacağımı sordular. Heyecanla evet dedim! Müzede geçirdiğim dört yıl ve çocuklar ile yaşadığım sergi deneyimleri benim için en büyük ilham kaynağı idi. Müzedeki görevimden ayrılsam da orada paylaştığım bilgiler bu kitap vesilesiyle müze sınırlarını aşarak farklı şehirlerdeki çocuklar ile buluşabilecekti. Müzede Canavar Yokmuş kitabı işte böylece doğmuş oldu.
Saadet: Müze Kiti Projesi adı verilen bir çalışmanın içindesiniz. Çocukların müzelerde öğrenme sürecine dahil oluyorsunuz. Klasik öğrenme modellerinin dışına da çıkıyorsunuz bu vesile ile. Ben sayfanızı (https://www.muzekiti.com/) inceledim ama ilk duyacaklar için bu projeden biraz bahseder misiniz?
Hüsne: 2017 Kasım ayında müzedeki görevimden ayrılmamla birlikte, alandan biraz uzaklaşıp nelerin daha iyi yapılabileceği üzerine kafa yormaya başlamıştım. Nitekim, fark ettiğim en büyük eksiklik öğrenci gruplarının müzeye hazırlıksız gelişi, öğretmenlerin kendilerini konu hakkında güvenli hissetmemeleri sebebi ile müze rehberlerine bağımlı kalışları ve müzede yaşanan deneyimlerin kalıcı bir öğrenmeye dönüşememesiydi. Müze gezileri, bir rehber eşliğinde olsa dahi öncesinde ve sonrasında sınıfta çalışmalar yapılmadığı için öğrencilerde kalıcı bir etki yaratmıyordu. Halbuki müzeler, müfredatı destekleyen, yaşam boyu öğrenmeyi tetikleyen paha biçilmez öğrenme alanlarıydı. Bu gözlemlerin sonucunda 2018 yılının başında Müze Kiti Projesi doğmaya başladı. Amaç, öğretmenlerin müze koleksiyonları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamak, müze deneyimini, sınıfta başlayan, müzede devam eden ve sınıfta sonlanarak yaşam boyu öğrenmeye dönüştürecek yapıyı kurgulamaktı. Öğretmen ve öğrenci materyallerinden oluşan müze kitleri, öğretmenlerin diyalog temelli bir yaklaşım ile öğrencilerini müzeye gitmeden müzenin içinde karşılaşacakları nesne ve kavramlar hakkında düşünmeye ve yaratmaya sevk eden, gezilecek müze hakkında merak uyandıran, onları müzede gerçekleşecek olan öğrenmeye hazırlayan, müze deneyimini öğretmenin öğrencilerine kendi başına rehberlik edebileceği bir deneyime dönüştüren ve öğretmen ve öğrencileri müzede bulunan ve bulunmayan (devlet müzelerimizde) rehberlerden ve zaman kısıtlarından bağımsızlaştıran, öğretmenlerin müfredat ile müze koleksiyonları arasında ilişki kurmasını sağlayan, müze deneyimi sonrasında müzede edinilmiş bilgileri pekiştiren bir yapıda tasarlanmış bilgi ve etkinlik kartlarını kapsar. Öğretmen eğitimlerinin ardından her müze için özel hazırlanan müze kitleri başta sosyal bilgiler, görsel sanatlar ve türkçe öğretmenleri olmak üzere tüm ortaokul öğretmenleri tarafından kolayca kullanılabilir yapıdadır. Zamanla kitlerin okul öncesinden lise seviyesine kadar tüm seviyeleri kapsaması planlanmaktadır.
Saadet: Kitabınız üzerine yazmıştım. O yazıda da belirttiğim gibi eşim bir süre yurtdışında kaldı ve oradaki beğendiği şeylerden bir tanesi de çocukların okulöncesi dönemden itibaren müzelere götürüldüğüydü. Sonrasında yazıyı o da okudu ve “keşke bunun bir devlet politikası olduğunun da altını çizseydin” dedi; ben de burada ekliyorum bunu. Okulöncesi gruptaki çocukların müze kartlarının olduğu; müzelerde dokunarak, hissederek öğrendikleri ve bizlere biraz uzak ama ulaşılması hedef olan şeylerden bahsediyordu eşim. Sizin sayfanızı görünce umutlandım açıkçası. Siz de öğrencilerin (projeniz ilköğretim ve ortaokul kısmını kapsıyor galiba ve gönlüm okulöncesinin de buna dahil edilmesinden yana) müzeyi bir öğrenme mekanı olarak kullanmaları için öğretmenlerle işbirliğinde çalışmalar yürütüyorsunuz. Çalışmalarınızı anlatır mısınız?
Hüsne: 2018 yılında ortağım Sebla Kut ile beraber kurduğumuz Komet Kültür ve Sanat Projeleri çatısı altında, şu anda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile Topkapı Sarayı Müzesi Kiti’ni üretmekteyiz. Aralık ayında yapacağımız öğretmen eğitimleri ile Topkapı Sarayı Müzesi Kiti ortaokul öğretmenleri tarafından kullanılmaya başlayacak. Diğer yandan Milli Eğitim Bakanlığı ile projemizin Türkiye çapında, tüm seviyeler için yapılandırılması da gündemimizde. Hayal ettiğiniz şey ülkemizde de gerçekleşmek üzere. Bakanlık ile görüşmelerimiz sürüyor. Yakında, sizlere, güzel haberlerimizin olacağına inanıyoruz. Diğer yandan, MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün (ÖYGM) Mart 2019’da başlattığı “Öğretmenler için Müze Eğitimi Programı’nın bilimsel danışma kurulunun üyeleri olarak Ankara Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin değerli akademisyenleri ile birlikte Türkiye çapında öğretmen eğitimleri vermekteyiz. Milli Eğitim Bakanımız Prof. Dr. Ziya Selçuk’un müze eğitimine verdiği önem ve öncelik biz eğitimciler için umut verici. Böyle değerli bir sürecin parçası olduğumuz için çok mutluyuz.
Saadet: Çocuklar müze ile deneyimlerinden en çok hoşunuza giden şey nedir?
Hüsne: Çocukların merakı! Sanat eserlerinin çocukların zihninde yarattığı çağrışımlar ve kendi hayatları ve deneyimleri ile kurdukları samimi ilişkiler paha biçilmez değere sahip. Bir sanat eserini anlamaya çalışan çocuk, bir başka kültürü de insanı da anlamaya çalışma çabasını gösterebiliyor. Empati becerisi gelişiyor ve sanat ile dünya çok daha anlayışlı ve barış dolu bir yer haline geliyor. Çocuklara verebileceğimiz çok çok önemli bir hediye sanat.
Saadet: Kitabınızdaki Leyla karakteri de bir müze perisiyle beraber müzeyi geziyordu ve sanat üzerine sohbetlere dalıyordu. Çocuklarla konuşmaktan en keyif aldığınız şey nedir ve sizde de müze perisi Müz gibi renk değişimine sebep olan olaylar yaşanıyor mu?
Hüsne: Ah olmaz mı! Kitaptaki teyze benim, Leyla da benim gerçekten yeğenim. 4 sene boyunca yılda yaklaşık 8.000 çocuk ile çalıştım. 4-12 yaş aralığındaki bu çocukların her biri benim için bir dünyaydı, pandoranın kutusu gibi, müzedeki eserler her birinin içinde farklı bir kutuyu açıyor ve bilgiler bütününü açığa çıkarıyordu. Çocuklar ile konuşmaktan en keyif aldığım şey sanat eserlerinin onlarda yarattığı hislerdi. Çocukların gördükleri eserler ile kendi his ve deneyimlerini birleştirmesi benim için yaptığım işin en mucizeli kısmı oldu hep. Şimdi aynı hissi, öğretmenlerin müze kitini sınıflarında ve müzede kullanmaları ile yaşıyorum. Benim yerimi artık öğretmenler alıyor ve bu beni çok ama çok mutlu ediyor. Tek başıma ulaşamayacağım sayıda öğrenciye öğretmenler sayesinde ulaşabilmek şahane bir his.
Saadet: Bu projenin ve müze ile ilgili çalışmalarınızın paydaşlarından birisi de Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü. Buna sevindim açıkçası. Bir de öğretmen adaylarıyla da görüşmeler yapıyorsunuz. Bunlar da oldukça güzel ve umut verici. Sizi bu çalışmalarda en çok besleyen şey nedir?
Hüsne: MEB’in konuya açık olması ve müze eğitimini bir ihtiyaç olarak benimsemesi çok değerli. Bakanlıklar ile Türkiye çapında başlayacak bir harekete adım atmak bizi çok ama çok heyecanlandırıyor. Çok aşamalı, çok katmanlı bir yolculuk bu, müzeler, okullar, üniversiteler, Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı paydaşlarımız. Hepimizin birliğinden büyük bir kuvvet doğuyor, şimdiden hissedebiliyoruz. Öğretmenlerimiz çok ama çok heyecanlı, büyük bir ihtiyaçlarını giderdiklerini hissediyorlar müze kitleri ile. Bu bizim için çok önemli bir geri dönüş.
Saadet: Kitabınızda her çocuğun bireysel farklılıklarının olduğunu ve bunların önemli artılar olduğunu söylüyorsunuz. Matematikten iyi olmayan birisinin başka bir derste iyi olabileceği ve başarı kelimesinin sorgulanması gerektiğini de ekliyorsunuz. Hüsne hanım açık konuşalım maalesef bizim gibi ülkelerde gelecek kaygısı çok yüksek olduğu için aileler “başarı” endeksli yaşamaya çalışıyor ve çocuklarını da buna göre yetiştirmeye çalışıyor. Kısacası işiniz çok değerli ve kıymetli ama bir o kadar da zor. İçerden birisi olarak siz neler söylemek istersiniz? Sizi en çok zorlayan şey nedir işinizi yaparken?
Hüsne: Bahsettiğiniz engeli aşmak için tüm uğraşlarımız. Müzelerin, sanatın, kültürel miras bilincinin en az müfredat dersleri kadar önemli olduğunu benimsemiş bir bakan ile çalışıyor olmak gurur verici. Belki bir günde değil ama öğretmen eğitimleri ile zaman içinde bu algıyı kıracağımızdan hiçbir şüphemiz yok. Sosyal-duygusal becerileri gelişmemiş gençler, dersleri ne kadar iyi olursa olsun, uzun vadede hayatta ne yazık ki başarılı olamıyor. Başarı çok katmanlı bir olgu, ders başarısı başarının sadece bir kısmını oluşturuyor, bunun ötesinde yaşamda başarılı birer birey olmak için problem çözebilme, yaratıcı düşünebilme gibi birçok başka becerinin de devreye girebilmesi gerekiyor.
Saadet: Tedx konuşmasında kendi çocukluğunuzdan bahsediyorsunuz ama ben yine de sormak istiyorum; size çocukken en iyi gelen şey neydi?
Hüsne: Ah! Sarılmak ve anlaşıldığımı hissetmek.
Saadet: Kendi kişisel tarihinizde yolunuzu çocuk dünyasına çevirmekle neleri değiştirdiniz hayatınızda? Kendi dönüşüm sürecinizde neye işaret ediyor çocuk ve çocuk edebiyatı?
Hüsne: Bir kere, kendi çocukluğum ile bolca kucaklaşmak oldu benim için çocuklar ile çalışmak. Ve elbette yazma sürecinde de en çok yaralarım ile konuşma fırsatı buldum. Şifalı bir yolculuk gibiydi. Çocuklar ile çalışmayı bırakıp, çocuklar için çalışmaya başladığım bol hediyeli bir yolculuk. Bu yolda, içimdeki yaralı çocuğa bolca sevgi göstermeyi öğrendim diyebilirim.
Saadet: Sizinle instagram üzerinden yaptığımız görüşmede de yazmıştım, burda da yinelemek istiyorum. Müzeler deyince aklıma önce Mardin Müzesi ve müze müdürü Nihat Erdoğan’ın çocuklar için yaptığı güzel çalışmalar geliyor. Sizin kitabınızın arka kısmındaki müzeleri de listemize ve aklımıza aldık. Umudumu arttırdı sahiden hem kitap, hem de çalışmalarınız. Geriye döndüğünüzde elinizde kalan ve size iyi gelen şey nedir?
Hüsne: Anlamak ve anlaşılmak. İki sihirli değnek gibi geliyor. Zira, insan anlamadığını sevmiyor, sevmediğini ise koruyamıyor. Sanat bize bu anlayışı kazandırıyor. Elimde çok değerli bir mücevher tuttuğumu hissediyorum.
Saadet: Milli Eğitim Bakanı olsaydınız ve tüm karar verme süreçlerindeki yetkilerde sınırsız olsaydınız ne yapmak isterdiniz çocuklar için?
Hüsne: Bugün yapılmaya çalışılan şeyi yapardım. Okul öncesinden üniversite çağına uzanan bir yelpazede kültür ve sanat ile olan etkileşimi arttırarak kendini, kültürünü tanıyan ve koruyan, yaratıcılığını kullanan ve bundan ilhamla üreten nesillerin yetişmesini sağlayacak materyalleri, eğitimleri tasarlardım.
Saadet: Teşekkür ederim sohbetimize katıldığınız için. Son olarak bundan sonrası için yapmayı veya içinde olmayı hayal ettiğiniz çalışmalardan bahseder misiniz?
Hüsne: Daha çok kitap yazmak ve Türkiye’de bulunan her şehirde en az bir müzeyi ele alan müze kitleri üretmek hayalim. Bir ağ gibi büyüsün istiyorum müze eğitimi. Tüm gücümü buna adayabilirim, inandığım bir yolda yürüdüğüm için çok ama çok mutluyum!
Harika bir yazı